19 Oca 2012
Boyutlu Ahşap Boyama Örnekleri
Her ne kadar çocuklara ve çocuk odalarına hitap etse de, benim bile içim gitti, çok beğendim. Boyutlu ahşap boyamaya güzel birer örnek olmuşlar. Daha fazlası için buraya lütfen.
16 Oca 2012
6D Sinema ve Haftasonu
Daha önce size 5D'li olanından bahsetmiştim ya, haftasonu Nata Vega Alışveriş Merkezine gittik. Aslında şu Türkiye'nin en büyük, Avrupa'nın ikinci büyük akvaryumuna bakalım, bir de film izleyelim diye gittik. Ama akvaryum Mart ayında açılacakmış, istediğimiz filmin salonu da hazır değilmiş. Bu nedenle 6D sinemayı tercih ettik.
Şunu diyebilirim, 5D'den çok daha güzeldi. Biz dinazorlu bir film seçtik ve yerimize oturur oturmaz bir rüzgar esmeye başladı. Rüzgar diyorum, bildiğimiz rüzgar gibi yani. Öyle 5D'de olduğu gibi üfleme falan değil, sonra ekrandaki görüntü sulak bir yere geçince suratımıza yağmur yağdı resmen. Sırılsıklam olmasak da, hani yağmur damlalarını hissettik. Sonra, ekrandaki araç otluk bir araziye indi, ayaklarımıza o anda sanki gerçekten uzun otlara basıyormuşuz gibi dallar sürtündü, çok etkileyiciydi. En acaip kısmı ise, kocaman dinazorun ağzını açarak burnumuzun dibine gelmesiydi ki, kafamızı yutacakmış gibi elimizle savuşturmaya çalıştık. Artık dışarıdaki kameradan nasıl bir etki yarattıysak, bizim salonda sadece biz varken, çıktığımızda bilet kuyruğu olmuştu:) Hep böyledir zaten, mağaza, dükkan farketmez, boş diye gireriz, 5 dakika sonra ana-baba günü olur. Bizi kullanın diyoruz ama işte anlamıyorlar:)
Sonra bir baktık, alışveriş merkezinin içine lunapark kurulmuş, her türlü tehlikeli oyuncağa son derece meraklı biri olarak, gittik biletlerimizi aldık. Daha doğrusu artık teknoloji ilerlemiş, bir kart alıyorsunuz, içine para yükletiyorsunuz, sonra onu oyuncaklarda harcıyorsunuz.
Resimlerde görünen tüm oyuncaklara bindik, hatta birşey daha vardı, hem döndüren hem sallayan ama denge açısından eşimle beni ayrı ayrı yerlere oturttular, onu çekmeyi unutmuşum. Eşim artık yeter deyince ki zaten binecek birşey kalmamıştı, sallanma faslına son verdik:)
Anatolium tarafında da bu sevimli ayılarla karşılaştık, yılbaşından kalmışlar sanırım, hem çalıp hem söylüyorlardı ama biz seslerini duyamadık:)
Cumartesi günü kar yoktu ama hava epey rüzgarlıydı. Gece bir baktık ki kar başlamış hem de nasıl, toz halinde yağıyordu resmen.
Pazar sabahı ise durum şu şekildeydi.
Burası da bizim evin önü, yazın da çok hoş olur ama kışın çam ağaçları harika görünüyor gerçekten.
Pazar günü de Cepaya gittik. Sizi bilmem ama ben kışın alışveriş merkezlerini gezmeyi daha çok seviyorum. Hele değişik etkinlikler olursa daha çok eğleniyorum. Umarım sizin hafta sonunuz da benimki kadar iyi geçmiştir:)
Şunu diyebilirim, 5D'den çok daha güzeldi. Biz dinazorlu bir film seçtik ve yerimize oturur oturmaz bir rüzgar esmeye başladı. Rüzgar diyorum, bildiğimiz rüzgar gibi yani. Öyle 5D'de olduğu gibi üfleme falan değil, sonra ekrandaki görüntü sulak bir yere geçince suratımıza yağmur yağdı resmen. Sırılsıklam olmasak da, hani yağmur damlalarını hissettik. Sonra, ekrandaki araç otluk bir araziye indi, ayaklarımıza o anda sanki gerçekten uzun otlara basıyormuşuz gibi dallar sürtündü, çok etkileyiciydi. En acaip kısmı ise, kocaman dinazorun ağzını açarak burnumuzun dibine gelmesiydi ki, kafamızı yutacakmış gibi elimizle savuşturmaya çalıştık. Artık dışarıdaki kameradan nasıl bir etki yarattıysak, bizim salonda sadece biz varken, çıktığımızda bilet kuyruğu olmuştu:) Hep böyledir zaten, mağaza, dükkan farketmez, boş diye gireriz, 5 dakika sonra ana-baba günü olur. Bizi kullanın diyoruz ama işte anlamıyorlar:)
Sonra bir baktık, alışveriş merkezinin içine lunapark kurulmuş, her türlü tehlikeli oyuncağa son derece meraklı biri olarak, gittik biletlerimizi aldık. Daha doğrusu artık teknoloji ilerlemiş, bir kart alıyorsunuz, içine para yükletiyorsunuz, sonra onu oyuncaklarda harcıyorsunuz.
Resimlerde görünen tüm oyuncaklara bindik, hatta birşey daha vardı, hem döndüren hem sallayan ama denge açısından eşimle beni ayrı ayrı yerlere oturttular, onu çekmeyi unutmuşum. Eşim artık yeter deyince ki zaten binecek birşey kalmamıştı, sallanma faslına son verdik:)
Cumartesi günü kar yoktu ama hava epey rüzgarlıydı. Gece bir baktık ki kar başlamış hem de nasıl, toz halinde yağıyordu resmen.
Pazar sabahı ise durum şu şekildeydi.
Burası da bizim evin önü, yazın da çok hoş olur ama kışın çam ağaçları harika görünüyor gerçekten.
Pazar günü de Cepaya gittik. Sizi bilmem ama ben kışın alışveriş merkezlerini gezmeyi daha çok seviyorum. Hele değişik etkinlikler olursa daha çok eğleniyorum. Umarım sizin hafta sonunuz da benimki kadar iyi geçmiştir:)
14 Oca 2012
Aile İçi Şiddet
Şiddet, bir insan hakları ihlalidir ve kanunlar nezdinde suçtur. Günümüzde nadiren erkekler de maruz kalsa da, kadınlar ve çocuklar bu dramın çoğunlukla baş oyuncularıdır.
Eğitim seviyesi, gelir seviyesi gibi kriterler gözetilmeksizin her kesimden pek çok kadın aile içi şiddete maruz kalmaktadır ancak, çevresel kaygılar nedeniyle çok azı adli birimlere yansımaktadır.
Şiddet fiziksel ya da cinsel olabileceği gibi ekonomik ya da psikolojik de olabilir. Son zamanlarda kadınları konu alan örgütlenmelerle, şiddete uğrayan kadına yol gösteren çalışmalar ve bu vesileyle kabuğunu kırarak sesini duyuran kadınların sayısı artmaya başlamıştır. Yapılan yasal düzenlemelerle de şiddet uygulayanın alacağı cezalar arttırılmıştır. Ancak bu durum yeterli değildir. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü taraından bir el kitabı hazırlanmıştır.
Buna göre;
*Vücudunuza yönelik, size acı çektiren, yaralanmanıza kimi zaman ise töre bahanesiyle hayatınızı kaybetmenize sebep olacak her türlü eylem fiziksel şiddettir.
*Bağırma, korkutma, küfür etme, başka kadınlarla kıyaslama, kişilik bastırılması, eve kapatma, küçük düşürme, kıyafete, gidilen yerlere karışma gibi eylemler psikolojik şiddettir.
*Kadın evli olsa dahi eşi tarafından cinsel ilişkiye zorlama, çocuk doğurmaya/doğurmamaya zorlama, kürtaja, fuhuşa, ensest ilişkiye zorlama gibi davranışlar cinsel şiddettir.
*Para vermemek, kadının gelirini elinden almak, çalışmasına izin vermemek ya da zorla bir işte çalıştırmak, aileyi ilgilendiren ekonomik durumlarda kadının fikrini almamak gibi eylemler ise ekonomik şiddettir.
Şiddete uğradığınızda başvurabileceğiniz kuruluşlar:
*İl Sosyal Hizmet Müdürlükleri
*Alo 183 Telefon Hattı
*Sağlık Kuruluşları
*Baro
*Kadın Sivil Toplum Kuruluşları
*Cumhuriyet Savcılığı
*Polis Merkezi/Jandarma Karakolu
*Belediye
Sayılan yerlere başvurmanız durumunda, sizin ilgili yerlere yönlenmenize, gerekirse sağlık raporu almanıza, tarafınıza bir avukat atanmasına, 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'dan yararlanmanıza, suç duyurusunda bulunmanıza ve güvenli bir yere yerleştirilmenize yardım edilecektir.
12 Oca 2012
Efsanevi Kıta: Mu
Büyük Okyanus'ta yer alan ve 14 bin yıl önce batan efsanevi kıta "MU"; binlerce yıl öncesine dayanan mitlere göre, kıta üzerinde yaşayan 64 milyon insan esrarengiz bir şekilde sulara gömülmüştü. O kıta batmasaydı insanlık belki de bugün olduğu yerden çok ileri olacaktı. Peki neydi bu kıtanın esrarı?
Ada üzerinde dört ayrı ırk, tek tanrılı bir din, sembolizme dayalı bir öğretim sistemi ve gelişmiş bir uygarlık yaşadığına dair ilk iddianın sahibi James Churchward. Churchward'ın adayla ilgili en önemli iddiası yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı yer olmasıydı. Yine bu iddiaya göre, Yeni Zelanda ve Hawaii de birdenbire ortadan kaybolan bu esrarengiz kıtanın parçaları. Peki neden yok oldu bu koca kıta?
Varsayımlara göre, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, kıta milyonlarca kişiyle birlikte sulara gömüldü. Şimdiye kadar ortaya atılan tüm iddialar ve Pasifik Okyanusu’nda bir kıtanın varlığı konusundaki görüş, çeşitli belge ve bulgular mevcut olmakla birlikte, henüz arkeologlar arasında yaygınlık kazanmamış bir görüş veya bir varsayım olmaktan öteye gidememiştir.
Churchward'ın iddia ettiğine göre Mu uygarlığını araştırmasına başlaması, Batı Tibet'teki, adını vermediği gizli bir tapınağın arşivlerinde bulunan, çok eski bir dilde yazılmış olan Naacal Tabletleri'ni okumasıyla başlamıştır. Söylediğine göre; bu tabletleri okuyabilme becerisini de yine o tapınakta bulunan bir Tibet rahibinden öğrenmiştir. Churchward sonraki yıllarda, mineralog ve arkeolog olan Dr. William Niven tarafından Meksika'da ortaya çıkarılan tabletler üzerinde çalışmıştır. Çin'e ve çevre adalara kaçanların kitabelerinde "kıtamız battı, biz de buraya kaçtık." yazmaktadır. Bu yazılı kayalar 14 bin yıllıktır, c14 karbon testleriyle sabittir. Türkler'in de Mu Kıtasından geldiği söylentileri de varsayım olarak eklenmiştir.
Mu Kıtası, Türkiye'nin ilk cumhurbaşkanı M. Kemal Atatürk'ün talimatıyla kurulan bir ekip tarafından araştırılmıştır. Deniz dibinde bulunan kalıntılara karbon testleri yapılmıştır. Yaklaşık 50 yıl boyunca 20’den fazla ülkeye giderek mu uygarlığı hakkında veri toplayan James Churchward’un ve mu varsayımını destekleyenlerin mu uygarlığı hakkındaki görüşleri kısaca şöyle özetlenebilir:
* Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta Mu kıtasıdır.
* Mu kıtası kuzeyden güneye 3000 mil, doğudan batıya 5000 mil kadar uzanan, üç kara parçasından oluşan
büyük bir kıtaydı.
*Günümüzde Polinezya, Mikronezya ve Melanezya takımadalarını oluşturan adalar, muhtemelen bu kıtadan arta kalan kara parçalarıdır.
*Bu kıta, kıtanın altında yer alan gaz odacıklarının patlamalara yol açması nedeniyle, yaklaşık 12.000 yıl önce 64 milyon nüfusuyla birlikte sulara gömülmüştür.
*Bu kıtada 70.000 yıl önce tek tanrılı bir din bulunuyordu. Aynı tarihlerde Mu'lular diğer kıtalarda koloniler oluşturmaya başlamışlardı ki, anavatan dışındaki en büyük imparatorluk, başkenti günümüzde Gobi Çölü’nün uzandığı bölgede bulunan Uygur İmparatorluğu’ydu.
* Mu dininin öğretimini "Naakaller" adı verilen rahipler üstlenmişlerdi ve sembolizme dayalı bir öğretimleri vardı.
* Mu dininin esası, Tanrı’nın tek oluşuna ve ruhsal gelişim için sürekli olarak tekrar doğmak inanışına dayanıyordu.
* "Ra" sözcüğü güneş anlamına gelirdi ki, daire ile ifade edilen güneş sembolü, bir ad ve sıfat vermek istemedikleri, "o" diye hitap ettikleri tek Tanrı'yı simgelemede kullanılırdı; Mu imparatoru da “Mu’nun güneşi” anlamında ra-mu adıyla ifade edilirdi. "Ra" sözcüğü sonradan diğer kıtalara ve Atlantis yoluyla Mısır'a da taşınmıştır.
*Dört ırktan oluşan Mu'lularda yazı dilleri farklı olmakla birlikte, konuşma dilleri ortaktı. Mu'lular günümüz uygarlığına kıyasla manevi alanlarda çok daha ileriydiler.
*Telepati, durugörü, çift bedenlenme, astral seyahat gibi, uygarlığımızda ancak kimi medyumlarda ve mistiklerde görülebilen olağanüstü yetenekler mu'lularda olağan yetenekler olarak mevcuttu.
* Mu uygarlığının en önemli çöküş nedeni, teşevvüş adı verilen, bir aşamadan diğerine geçilirken yaşanan kargaşa dönemini atlatamamasıdır.
Genelde bu iddiaların herhangi birini destekleyecek arkeolojik veya antropolojik bulgu bulunmamaktadır. Mu dinine, kolonilerine (örneğin uygur imparatorluğu kolonisi fikri) ve Mu kıtasının nasıl battığına ilişkin iddialar 'Mu' varsayımını savunanlar arasında da genel geçer kabul görmemiştir ve farklı düşünceler mevcuttur.
Yıllar öncesinde Atatürk’ü epey heyecanlandıran bir araştırma Türkiye’de ortaya çıkabilmek için yıllarca beklemek zorunda kalmıştır. Türk tarihinin ve coğrafyasının araştırılmasını isteyen Atatürk, ilkel diller uzmanı ve tarihçi-diplomat Tahsin Mayatepek'i görevlendirmiş ve ömrünün son yıllarında ilginç kaynaklara ulaşmıştır.
Süreci inceleyip Atatürk’e raporlar halinde iletmesi için 1935’de Meksika’ya maslahatgüzar atandı ve Arkeolog William Niven’in Meksika’da yaptığı kazılarda bulduğu yaklaşık 15 bin yıl öncesine ait tabletlerin deşifrelerinden ve ardından James Churchward’ın Hindistan’da bulduğu benzer tabletlerin çevrilerinden Atatürk’ü haberdar etti.
Sağlığının bozuk olmasına rağmen Atatürk, Türkiye’ye getirilen kitaplarla çok ilgilendi ve hızlıca çevirilerini yaptırıp, bizzat kendisi geceler boyu okuyup üzerlerinde notlar aldı. Halen Anıtkabir’de bir kısmı sergilenen kitaplar ancak 2000'li yıllarda Türkçe'ye çevrilebildi.
9 Oca 2012
Panolarda Anahtar ve Nal
Bu panoları sırf bu anahtar ve nal için yaptım. İkisi de önemli benim için. Anahtar yaklaşık 50 yıllık, babamın çocukluğundan kalma, kim bilir hangi evin. At nalı ise babamın daha ilkokuldayken eyersiz bindiği ata ait. O da nerden baksanız en az 40 senelik.
3 Oca 2012
İlginç Olaylar Dyatlov Geçidi
İlginç olaylara devam...
29 Ocak 1959'da Ural Politeknik Enstitüsü'nden 10 öğrenci, kamp kurmak amacıyla Ural Dağları'nda yola çıktı. Öğrencilerden biri rahatsızlanınca, ekipten ayrıldı. Kalan 9 öğrenci ise devam etti ve 2 Şubat'ta herkesi dehşete düşüren bir olay yaşandı.
Öğrencilerin çadırları yırtılmıştı, ilk iki ceset yalınayak ve sadece iç çamaşırları ile, sonraki üç ceset ise benzer bir durumda yakın bir yerde bulundu. Bundan iki ay sonra ise, son kurbanlar 75 metre uzaklıkta kar altında gömülü bulundu. Dört öğrencide büyük iç yaralanmalar, kırık kaburgalar ve ezilmiş kafatasları vardı. Birinin dili yoktu. Gerçek şu ki müfettişler saldırıya benzer herhangi bir bulgu bulamadı. Son dört kurbanın da başkalarına ait olduğu düşünülen ve radyasyon içeren kıyafetler giydikleri belirtildi.
Ekipten son anda ayrılan öğrenci yıllar sonra bir belgeselde şöyle diyordu: "Eğer Tanrı’ya tek bir soru sorma şansım olsaydı; bu soru; o gece arkadaşlarıma ne oldu, olurdu."
Ekipte bulunan herkes son derece deneyimli ve zor şartlara alışık insanlardı. Kayakçılar 2 Şubatta Otorten’i geçerek Holat Syahl tepesine ulaşmayı başardılar. Ekipten kalan fotoğrafları ve günlükleri inceleyen müfettişlere göre saat 5′te çadırlarını kurarak kamp yeri oluşturdular. Kayakçıların bu bölgeyi neden tercih ettikleri belli değil. Çünkü grup 1,5 km. ileride dağ eteğindeki ormanlık bölgeye kamp kurmuş olsaydı,iklimin sert etkilerinden de kendilerini koruyabileceklerdi. Böyle bir noktayı seçmiş olmaları bir şeylerden endişe ettiklerini düşündürmektedir.
Ekip 12 Şubat'ta durumları hakkında telgraf çekecekti, bu nedenle o tarihe kadar kimse grup hakkında bir endişeye kapılmadı. Ancak 20 Şubat'tan sonra ekipten hala haber alınamamış olması nedeniyle arama çalışmalarına başlandı. Bölgeye askeri keşif uçakları ve helikopterler gönderildi.
Öncü arama ekipleri 6 gün sonra 26 Şubatta kamp yerine ulaşabildiler. Yekaterinburg’dan gelen telgrafta ekip başkanı Mikhail Sharavin “Yarıya kadar yırtılmış ve içi kar ile dolmuş çadıra ulaştık. İçi boş, ancak grup, ayakkabılarını bile çadırda bırakarak burayı terk etmiş,” diye yazmaktaydı. Yapılan teknik incelemede çadırın içeriden yırtıldığı ve civarında karın altında kalmış olan 7-8 kişiye ait ayak izlerinin olduğu anlaşıldı. Ayak izlerinin hiç birinde ayakkabı veya çorap giyildiğine dair belirti yoktu.
Peki ne olmuştu da, gecenin dondurucu soğuğunda dağcılar, üstelik yalın ayakla kaçmaya zorlanmıştı?
Ayak izleri dağın eteğindeki ormana doğru gidiyor ancak 5oo metre sonra aniden yok oluyordu. İlk iki ceset ormanın sınırında bir çam ağacının altında bulundu.
Cesetler ekipteki 24 yaşındaki Georgy Krivonischenko ve 21 yaşlarındaki Yury Doroshenko aittiler. Ve her ikisi de ayakları çıplak ve üzerleri elbisesizdi. Sadece iç çamaşırı giymişlerdi. Yanlarında yakılarak kömürleşmiş ağaç parçaları vardı. Çamın dalları ağacın 5 metre kadar üst kısımdan koparılmıştı. Demek ki, adamlar olaydan sonra ağacı tepesine çıkarak etrafa veya bir şeylere bakmışlardı. Bir kısım dal kırıkları kar üzerinde dağınık olarak bulundu.
Dyatlov, Zina Kolmogorova (22) ve Rüstem Slobodin (23)’e ait sonraki üç ceset ağaç ile kamp arasında 150 metre ara ile bulundu. Cesetler arasındaki mesafeden onları kampa dönmeye çalışırlarken öldükleri sonucuna varıldı.
Uzmanlar hemen adli tahkikata giriştiler. Cesetler üzerinde yapılan otopsi işlemlerinde net bir sonuca ulaşılamadı. Adli tıp uzmanları beş cesedin hypothermia (soğuk etkisi ile donarak) neticesi öldüğünü açıkladılar. Slobodin’in kafasında fraktür tespit edildi ancak bu kırığın ölümcül olmadığı anlaşıldı.
Olay mahallinde kalarak 2 ay boyunca araştırmalarını sürdüren ekip, çamlıklardan 75 metre uzakta kara gömülü dört cesedi daha ortaya çıkardı.
Nicolas Thibeaux-Brignollel(24), Ludmila Dubinina (21), Alexander Zolotaryov (37), ve Alexander Kolevatov (25). Thibeaux-Brignollel’ın kafatası, Dubunina ve Zolotarev’in kaburga kemikleri kırılmış, Dubinina’ın ise dili yerinde sökülmüştü.
Tüm bunlara rağmen cesetlerin travmaya uğrayan kısımlarının dış yüzeylerinde yani cesetlerin üzerlerinde yaralanma belirtileri yoktu. Yani kırık kemikleri etrafını saran kas-et ve deri üzerinde yaralara rastlanılmadı. Cesetlerdeki tahribat araba çarpmasına benzetilmesine karşın yara izleri oluşmaması olayın esrarengizliğini iyice arttırdı.
Son dört ceset diğerlerinden daha kötü giyimliydi. Anlaşılan sonraki, ilk kim öldüyse onun kıyafetlerini üzerine geçirmişti. Zolotaryov, Dubinina’ın kürklü montunu ve şapkasını giymişti. Dubinina’ın ayağında ise Krivonishenko’un yün pantolonu vardı.
Elbiseler üzerinde yapılan incelemelerde yüksek oranda radyasyona rastlanılmış olması ise başlı başına muamma idi.
Olaydan bir kaç ay sonra yetkililer itham edecekleri kimseye ulaşamadıklarını, vakıanın çözümsüz kaldığını açıkladılar. Böylece dosya arşive gönderilerek unutulmaya terk edildi.
Yıllar sonra sırrı çözmeye çalışan Yekaterinburg-Dyatlov Olayını Araştırma Derneği Başkanı Yury Kuntsevich, olayın olduğu sene 12 yaşında olmasına rağmen otoritelerin ve araştırmacıların olayı halktan saklama gayreti içinde olduklarını hatırlamaktaydı.
Savcılık önce Mansi yerlilerinin bu cinayetleri işledikleri iddiasını araştırdı. Güya kendi yurtlarına geçiş yolu açan kâşifleri birilerinin cezalandırdığı düşünüldü. Oysa ne Otorten ve ne de Holat-Syahl yöre halkınca kutsal veya özelliği olan yerler değildi. Keza olay mahallinde de dokuz kayakçıdan başkaları olduğuna dair hiç bir iz ve belirti yoktu. Tek bilinen Otorten Dağı'nın Mansi dilinde “Ölüm Dağı” anlamına geldiğiydi.
Daha sonraları olayı yeniden ele alan Rus uyruklu bir tıp uzmanı çok güçlü bir rüzgarın vücutta yumuşak dokuya zarar vermeden kemikleri kıracağını iddia etti. Belgeleri inceleyen Dr. Boris Vozrozhdenny “Bu bir araba kazasındaki etkiye eşit etki doğurur,” dedi. Yani kayakçılar güçlü bir fırtınaya tutularak çadırdan çıkmış, yaralanmış, yollarını kaybetmişlerdi.
Daha sonraları olayı yeniden ele alan Rus uyruklu bir tıp uzmanı çok güçlü bir rüzgarın vücutta yumuşak dokuya zarar vermeden kemikleri kıracağını iddia etti. Belgeleri inceleyen Dr. Boris Vozrozhdenny “Bu bir araba kazasındaki etkiye eşit etki doğurur,” dedi. Yani kayakçılar güçlü bir fırtınaya tutularak çadırdan çıkmış, yaralanmış, yollarını kaybetmişlerdi.
1990 yılında bir röportaj sırasında olayı inceleyen başmüfettiş Lev Ivanov, o tarihlerde bölgede görev yapan üst düzey yetkililerden kendisine olayı kapatarak gizli sınıflandırması ile bulduklarının saklanmasını emrettiklerini anlatmıştır. Kendisi de bu yetkililere, içlerinde olayı gören askerler ve hava tahmin görevlileri dahil çok sayıda tanık olması sebebiyle böyle bir şeyin mümkün olmadığını; Şubat ve Mart ayları içinde olayı gerçekleştiği noktada “parlak uçan küreler” gözlemlendiğini söylemiştir.
Ivanov, ‘Leninsky Put’ isimli mahali Kazak Gazetesine verdiği demeçte “ O zaman da şüphelenmiştim, ancak artık bu kürelerle ölümler arasında direkt ilişki olduğundan eminim” demiştir. Ivanov Kazakistanda emekli iken vefat edecektir.
Gerçekten de sınıflandırılmamış dosyalarda yakın bir alanda kamp kurmuş olan bir grup macera düşkününün tanıklıkları vardır. Bu gruptaki kişiler ölen kayakçıların kampından 50 km. kadar ileride aynı gece gökyüzünde Holat-Syahl’a doğru ilerleyen ‘portakal rengi küreler’ görmüşlerdir.
Ivanov'un teorisine göre çadırdaki kayakçılardan biri küreleri gördü ve bağırarak diğerlerini uyandırdı. Ormana doğru kaçarlarken küreler patladı kayakçılardan dördü ağır yaralandı ve Slobodin’in kafatasındaki kırık bu sırada oluştu.
Yudin de arkadaşlarının patlamada öldüklerine inanmaktadır. Grup muhtemelen habersizce askeri bir bölgeye girmiş ve gizli bir silahın denemesi sırasında kaza eseri ölmüşlerdir.
Kuntsevich ise bir başka ipucundan bahsetmektedir. Ölüleri ilk olarak gördüğünde yüzlerinde kahverengi kabuksu bir tabaka olduğunu hatırlamaktadır. Yudin de açıklanan dökümanlarda iç organlardan parça alınarak incelemeye gönderilmesine rağmen, sonuçlarının saklandığını söylemektedir. Tüm bunlara karşın Holat-Syahl’da patlama teorisini destekleyecek hiç bir iz bulunamamıştır.
1959 senesinde Rusya ve Kazakistan’ın bu tarz füzelerinin olup olmadığı bilinmemektedir. Sovyet Füzeleri üzerine araştırma yapan Alexander Zeleznyakov o tarihlerde henüz yerden atılan füzelerin inşasının yapılmadığını belirtmiştir. Savunma Bakanlığı da olay tarihinde füze denemelerinin yapıldığına dair resmi veya gayrı-resmi bir belgenin olmadığını iddia etmektedirler.
Kuntsevich bölgeye yaptıkları ve başkanı olduğu bir keşif gezisinde olaydan arda kaldığını savunduğu bir metal parçasını elinde bulundurmaktadır. “ Ne çeşit bir askeri teknolojiyi test ettiklerini bilmiyorum ama 1959 felaketi insan-elinin ürünüdür,” demektedir. Yudin’e göre askeri yetkililer bölgelerinde çadırı fark ettiler ve yaptıkları gözlemde kayakçı elbise ve kayak takımlarını askeri elbise ve malzeme zannetme hatasına düştüler.
1959 senesinde bir gece aniden dokuz kayakçının hayatına mal olan şeyin ne olduğu bugün hala sırdır. Dağcı ekibe ait bir çok fotoğraf ve ses kaydı ise ‘gizli’ ibaresi ile kamuoyundan saklanmaktadır.
2 Oca 2012
Hukuki Bilgiler-Adli Yardım ve Cmk
Artık bloğumda zaman zaman hukuki alanlarda pratik bilgiler vermek istiyorum. Fazla kafanızı şişirmeden ama hiç olmadık bir anda başınıza gelebilecek durumlarla ilgili notlar... Bugün ilk olarak bilmeyenler için Adli Yardım ve CMK konusundan bahsedeceğim.
ADLİ YARDIM
Adli Yardım Merkezleri, her ildeki baro bünyesinde faaliyet gösteren, maddi imkanı olmayan vatandaşlara hukuki yardımda bulunmak amacıyla gönüllü avukatların dahil olduğu bir sistemdir. Açmayı düşündüğünüz ancak maddi imkansızlıklar sebebiyle açamadığınız davalar için bulunduğunuz ildeki Adli Yardım Merkezi'ne başvurarak kendinize bir avukat atanmasını isteyebilirsiniz.Adli Yardım Merkezi, bu talebiniz karşılığında sizden bazı evrakları tamamlamanızı isteyecektir. Evraklar tamamlandıktan sonra, uzmanlık alanlarına göre Adli Yardım Sistemi'nde kayıtlı bulunan avukatlardan ihtiyacınıza cevap verecek bir avukat tarafınıza atanır. Avukat için herhangi bir vekalet ücreti ödemezsiniz. Sadece noterden vekaletname çıkarırken maktu bir harç ödersiniz. Ancak bu masrafı dahi karşılayacak gücünüz yoksa, avukatınız bir dilekçeyle Adli Yardım Kurulu'na başvurur ve söz konusu giderin Adli Yardım Fonu'ndan karşılanmasını ister.
Yargılama giderlerine gelince; eğer talepçi olarak (Adli Yardım merkezi'ne başvuran vatandaşlar talepçi adını alır.) sözkonusu dava masraflarını karşılama gücünüz yoksa, avukatınız dava dilekçesi ile birlikte ilgili mahkemeden Adli Müzaharet talebinde bulunur. Bu durumda talepçiden peşin harç alınmaz. Ancak talepçi, peşin harç dışındaki masrafları karşılayamıyorsa, bu giderler Adli Yardım Fonu'ndan karşılanır. Adli Müzaharet talebinin reddi halinde ise, peşin harç da dahil tüm giderler, red kararının bir örneğiyle birlikte Adli Yardım Kurulu'na sunulur, talep Baro Yönetim Kurulu'na iletilir ve kabulü halinde yine Adli Yardım Fonu'ndan karşılanır.
Açılan davanın talepçi lehine sonuçlanması ve kararın icrası sonrasnda, tahsil edilen miktardan Adli Yardım Fonu'nun yaptığı masraflar iade edilir.
Talepçinin Adli Yardım Kurulu'na yaptığı başvuru, sadece o işe özeldir. Yani talepçi, talebinden farklı bir hukuki işini, atanan avukata yaptıramaz. Her dava için talepçinin ayrı bir başvurusu gerekmektedir. Yine aynı şekilde, ataması yapılan avukat da sadece görevlendirildiği işi yapmaya yetkilidir. Söz konusu işle ilgili, örneğin icra takibi gibi avukatın işe devamını zorunlu kılan bir durum ortaya çıkarsa, avukatın da yine dilekçe ile Adli Yardım Kurulu'ndan ek yetki istemesi gerekmektedir. Son olarak; sadece açılmamış davalar değil, açılmış ve devam eden derdest dosyalar ile yine aleyhinize açılan hukuk davaları için de Adli Yardım talebinde bulunabilirsiniz.
CMK
Adli Yardımdan farklı olarak; şüpheli, sanık, mağdur/müdahil ayrımı olmaksızın her türlü soruşturma, kolluk kuvvetlerinde ifade ve hakkınızda açılan her türlü cezai davada, talebiniz olması halinde yine bulunduğunuz ilin barosu, alanında uzman gönüllü avukatların bulunduğu CMK Servisi'nden tarafınıza bir müdafii atayacaktır. Örneğin hakkınızdaki şikayet nedeni ile Emniyet Müdürlüğü'ne çağrıldınız, ifadeniz alınmadan tarafınıza bir müdafii atanmasını isteyebilirsiniz. Avukatınız en geç bir saat içinde gelecek ve o aşamadan sonra işin tüm safahatinde yanınızda olacaktır. Cmk Merkezi 24 saat hizmet veren bir birimdir ki bu da ceza hukuku anlamında kimin başına ne zaman ne geleceğinin belli olmaması durumuyla bağdaşmaktadır. Cmk Servisinden yararlanmak ücretsizdir. Yine Adli Yardımdan farklı olarak vekalet çıkarmanız da gerekmemektedir. Soruşturma ya da dava dosyanıza, baro tarafından müdafii atandığı zaten bildirilecektir. İstisnai olarak dava sonucunda haksız çıkan sanık aleyhine hükmedilen vekalet ücreti için, Barolar Birliği'nin ücreti ödeyebilecek durumda olan sanığa rücu hakkı bulunmaktadır.
Beklenmedik zamanlarda yaşanan olaylar nedeniyle, kişilerin yanında CMK Servisi'nden bir avukat bulundurması, daha doğrusu bunu talep etmesi yararınadır. Yüzde yüz haklı olsanız bile, avukat talep etmekten çekinmeyiniz. Olaydan sonra aklı karışan, panik olan kişinin vereceği ifade, yargılama esnasında savunmasına temel oluşturacaktır. Hukukta bir kelimenin, hatta ve/veya gibi basit bir ayrımın bile ciddi ve birbirinden tamamen farklı sonuçlar doğurduğu gözönüne alındığında, bir müdafiinin varlığı son derece önemlidir. Örnek vermek gerekirse, kelime olarak uzlaşma kulağa son derece pozitif gelse de, ifadeniz sırasında "Uzlaşmayı kabul ediyorum." demeniz, sizin aynı zamanda suçu kabul ettiğiniz izlenimi de uyandırmaktadır. Bu gibi tatsız durumların önüne de ancak bir müdafii yardımı ile geçebilirsiniz.
Umarım verdiğim bilgiler faydalı olmuştur, sabrınız için teşekkür ederim.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Ahşap Tepsiye Peçete Dekupaj Nasıl Uygulanır?
Herkese merhaba! Nasılsınız? Bugün sizlerle peçete dekupaj tekniği uyguladığım ve el boyamasıyla tamamladığım ahşap tepsimi paylaşmak istiy...
.jpg)
-
Bu yazıyı yazmak için tam 13 ay geç kaldım. Hep aklımdaydı, yazmam lazım, belki benim durumuma düşen biri olur, benim gibi interneti talan...
-
Uzun bir aradan sonra yine bir yenileme projesiyle buradayım. Normalde varakla hiç işim olmaz ama ilham veren kıvrımlar hangi objede olurs...
-
Garajda unutulmuş, nereden baksanız 20 yıllık bir dolabı yeniden kullanıma soktum. Hem nasıl yaptığımı anlatmak, hem de küçük ipuçları pay...