Herkese merhaba! Yaz mevsimi sizce de çok güzel değil mi? Hava mis gibi, her yer yemyeşil, eğer benim gibi çok erken kalkanlardansanız hele, sabah pencereyi açtığınızda burnunuza dolan serin hava gerçekten şahane. Çok seviyorum yaz mevsimini ve tatil de iyiden iyiye yaklaştığı için acaip heyecanlıyım:)
Ankara'dan Zerrin Hanım, torunu Eymen Yağız'ın doğumgünü için bir albüm rica etmişti. Ben de erkek bebek albümlerinde sıklıkla tercih ettiğim serileri kombinleyerek bu sevimli scrapbook anı albümünü hazırladım.
Albüm 25cm*25cm ebatlarında ve 6 yaprak 12 sayfadan oluşuyor. Aslında daha az ya da daha çok sayfalı albümler de hazırlanabilir ancak standart olarak scrapbook albümlerde en çok tercih edilen sayfa sayısı 6.
Albümde interaktif bölümlerin yanı sıra, fazladan fotoğraf depolamaya
uygun olarak bol miktarda cep ve kart mevcut. Ayrıca sayfaların üst
kısmındaki ceplerde de daha büyük boy fotoğraflar için maxi kartlar
mevcut. Albüm bu haliyle 100 den fazla fotoğrafa ev sahipliği yapabilir.
Bir anı albümünü fotoğraf kadar güzelleştiren bir diğer şey; o fotoğrafa ilişkin kısa notlar almak ya da hikayeler yazmaktır. Hele bu albüm bir bebek albümü ise! Biliyorsunuz, bebeklerin ilk yılları, o bebeğin ilklerini kaydetmek için bir kere elinize geçebilecek bir fırsat. İlk banyosu, ilk dişi, ilk sözcüğü derken ortaya kaydedilecek pek çok detay çıkıyor. Scrapbook anı albümleri de, bu iş için biçilmiş kaftan.
Albümde yer alan fotoğraf kartlarının bir yüzü desenli, diğer yüzleri ise düz. Bu da desenli yüze yapıştırılan fotoğrafın anısını anlatabilmek için pratik bir seçenek. Albümü daha detaylı incelemek isterseniz videosu hemen aşağıda. Şimdiden keyifli seyirler, hoşçakalın:)
Herkese merhaba! Umarım gününüz güzel başlamıştır ve aynen devam eder. Bu 25cm*25cm ebatlarında, romantik mi romantik, outdoor sports temalı kişiye özel fotoğraf albümü, Özlem Hanım'ın kardeşinin kız arkadaşı için hazırladım:) Birlikte kamp yapmayı, bisiklete binmeyi ve doğada vakit geçirmeyi çok seven aşıklar için ben de albümde bol bol boyutlu, tematik detaylar kullandım.
Ahşap boyama yaptığım zamanları hatırlayanlar varsa, benim boyutlu çalışmalara ne kadar düşkün olduğumu bilir. Her çalışmamda mutlaka bir kısmını hamurla kabartıp, ardından bombe verip boyutlandırırdım. Kağıtla uğraşıyorum diye bu sevdamdan vazgeçecek değildim herhalde:)
Scrapbook albümde bu iş nasıl oluyor, boyutlu çalışma nasıl yapılıyor derseniz, öncelikle boyut vermek istediğiniz resme karar veriyorsunuz. Resim tek bir görüntüden ibaretse, detaylı olarak kesip sayfadan yükseltmeniz yeterli Ancak bir kaç görüntünün üst üste bindiği bir resim kullanacaksanız -ki bu benim en sevdiğim- o zaman her bir parçayı, boyutlu olmasını istediğiniz her bir detayı tek tek kesmeniz ve en geriden en öne doğru, tüm parçaları bütünlüğü devam ettirecek şekilde yükselterek resmi tamamlamalısınız.
Örneğin;kapakta kullandığım bisikletli çifti ele alalım. Bisiklet ve balonlara dokunmadım çünkü onlar resmin an arkasında yer aldığından boyutlandırma gerekmiyor. Sonrasında oğlanı, kızı, kızın bacak kısmını ve saçlarını en son ise sepeti boyutlandırdım ve en geriden en öne doğru sırayla yapıştırdım. Boyutlandırma için pek çok farklı malzeme kullanabilirsiniz. Ben genelde geniş yüzeyler için çift taraflı bant detay içeren ince kısımlar için ise eva süngeri tercih ediyorum.
Scrapbook çalışmalarında bunun haricinde pek çok boyutlandırma yolu var. Özellikle hareketli kartlarda ve boyutlu çocuk masal kitaplarında kullanılan-mutlaka karşılaşmışsınızdır, sayfayı açtığınızda figürlerin öne doğru hareket ettiği- teknikler, rahatlıkla albüm yapımında da kullanılabilir.
Son olarak albümün videosunu izlemek ve tüm detayları yakından incelemek isterseniz, hemen aşağıdaki videoya tıklayabilirsiniz. Görüşmek dileğiyle, hoşçakalın!
Bugüne kadar blogumda işkenceye uğrayan, istismar edilen ve vahşice katledilen çocuklardan pek çok kez bahsettim. Yazdığım son kurban Irmak Bebek'ti. Yıl 2016. Aradan geçen iki yılda yine pek çok tecavüze uğrayan, istismar edilen, hiç iz bırakmadan kaybolan ve maalesef yaşamdan koparılan küçücük bedenlerin haberlerini ağlaya ağlaya okuduk, izledik, kahrolduk...
Pedofili başta olmak üzere çocuklara karşı işlenen tüm suçlarda son
derece hassasım. Bunun birinci nedeni anne olmam, diğer bir nedeni ise
meslek hayatımda sıklıkla karşılaşmam. Çok araştırdığım, okuduğum ve
ister istemez hemen her yerde gardımı aldığım bir konu olduğu için
öğrendiklerimi herkesle paylaşmak istiyorum. Bazen çok iyi bildiğimiz
bir konuyu öyle rahat gözden kaçırıyoruz ki, birinin bizi dürtmesi
gerçekten faydalı oluyor. Bugün dürten ben olmak istedim. Yazı biraz uzun. Hobi yazısı olsa fotoğraflara bakın geçin derdim ama bunu lütfen okuyun.
Son bir aydır herkesin malumu, tüm ülkenin gündeminde kaybolan çocuklarımız; Leyla ve Eylül vardı. Maalesef hikayelerin ikisi de çok çok kötü bitti. Üç buçuk yaşındaki Leyla'nın 8-10 gün boyunca aç bırakıldığı ve açlıktan öldüğü, öldükten sonra dereye bırakıldığı belirlendi. Eylül'ün ise komşusu tarafından cinsel istismara uğradığı, darp ve işkence gördüğü, ayağında kırık, vücudunda ise kesici delici alet izleri bulunduğu ve boğularak katledildikten sonra bir tarlaya gömüldüğü anlaşıldı.
Çocukların ne kadar acı çektiklerini tahmin dahi edemeyiz ama ben acıdan önce çocuğu olanlar öncelikli olmak üzere, herkesin o çocukların tüm bu yaşananlar sürecinde ne kadar korkmuş olabileceklerini düşünmesini istiyorum. Gözünüzün önüne kendi çocuğunuzu getirin ve bir yabancıyla baş başa kalmışken içinizde büyüyen o dehşet verici korkuyu hissedin lütfen. Çocuğunuzun gözünden o yabancıya bakın. Kalbiniz yerinden çıkacak gibi oldu mu sizin de? Günlerdir bu düşünce gözümün önünden gitmiyor ve ciddi manada kayışı koparmak üzereyim pek çok insan gibi. Ve ben daha bu yazıyı yazarken bile kaybolan 2 çocuğun daha hayatını kaybettiğini öğreniyorum ki, gerçekten avaz avaz bağırmak istiyorum.
Artık şu bilinen bir gerçek ki; biz çocuklarını koruyamayan bir toplumuz. El kadar çocuklara sahip çıkamıyoruz. Çocuklarını koruyamayan bir toplumun geleceği yoktur. Çocuklarını koruyamayan bir toplumun ihtiyacı olan şey; bana göre çocuk istismarı önergesini reddedip sonra çok büyük başarıymış gibi bunu kutlayacak temsilciler değil, sadece çocukları korumaya yönelik tedbirler alacak, çalışmalar yapacak ve yalnızca çocukların sağlığından ve güvenliğinden sorumlu olacak bir bakanlıktır. Toplumda infial yaratan toplu bir cinsel istismar vakasından sonra kurulması çoğunluğun insafına kalmış bir komisyonun yapacağı çalışmaların çok da verimli olacağını düşünmüyorum. Dolayısıyla öznesi çocuk olan bir olayın oylanmaya bile ihtiyaç duyulmadan, doğrudan ilgili bakanlık tarafından ele alınıp takibinin yapılması, çözüme kavuşturulması gerekmektedir.
Her nasıl ki çocukları ağlarına düşürmek isteyen uyuşturucu tacirleri, artık günümüzde çok daha kolay şekilde takip edilebiliyor ve yapılan baskınlarla kontrol altına alınabiliyorsa, pedofililer başta olmak üzere çocuklara yönelik suç işleme potansiyeli olan canilerin de izlenebileceğini, pek çoğunun daha o suça tevessül etmeden yakalanabileceğini düşünüyorum. Sihirli değnek muamelesi yapılan idamın ise asla ama asla bir çözüm değil, ancak çaresizliğin sonucu olabileceğine inanıyorum. Çünkü idamın konuşulmaya başlandığı yerde, ortada her daim bir çocuk cesedi olacaktır. Toplumda caninin nasıl öldürüleceğine yönelik harcanan enerji ve nefesin yarısı, çocuklarımızı nasıl koruyup yaşatacağımıza harcansa muhtemelen bu sorunu komple ortadan kaldırabilir ya da en aza indirebiliriz.
Çocuklara karşı işlenen istismar ve cinayet suçlarına yönelik caydırıcı cezalardan bahsedilmesi, bilhassa idamın sürekli olarak dile getirilmesi, idam edileceğini öğrenen sapıkların sadece bu yolla durdurulabileceğinin umulması bana göre boş bir hayalden ibaret. Zira burada küçük ve savunmasız bir çocuğu, kötü emelleri için özgürlüğünden koparan ve bir yere kapatan caninin insafa gelmesi beklenmekte, bir başka deyişle kafası hiç bir şekilde normal çalışmayan bir insandan anlamsız şekilde medet umulmaktadır. Yani tehlike altındaki çocuğun hayatı, onu tecavüz ederek öldürmeyi
planlayan yaratığın iradesine ve vicdanına teslim edilmektedir. Ya hayattan hiç bir beklentisi olmayan biriyse bu pislik, asarlarsa assınlar mantığındaysa, o zaman ne olacak? Asla caymayacak ve o küçük çocuğu kendi çöplüğüne getirdikten sonra oradan çıkacak tek şey; o yavrunun cesedi olacak! Bu noktada idamın olması bir işe yarar mı, elbette hayır! Bu sapıklar beklenildiği kadar otokontrol sahibi olsalar, zaten ülkede tek bir çocuğun saçının teline zarar gelmez. Kaldı ki, tecavüz ve sonucunda gerçekleşen ölüm nedeniyle, hapishanede gün yüzü görmeden geçirilecek uzun seneler de, normal bir insan için oldukça ağır bir cezadır. Bu nedenle idam! idam! diye bağırmadan, hashtagleri sıralamadan önce, çocuklarımız! çocuklarımız! diye ortalığı inletmemiz lazım. Çocukları yaşarken zaten konuşmuyoruz, çocuklar ölüyor ve konumuz hala onlar değil. Benim bunu aklım almıyor, anlayamıyorum. Öldüler yahu, bu işi artık halletmemiz gerekmiyor mu? Napıcaz, adamı asıcaz ve konu kapanacak mı? Ta ki bir sonraki çocuğa kadar. Onu öldüreni asıp önümüze bakarız, böylece suçlu cezasını çekmiş olur ve her şey normalleşir mi? Bu değil işte. Bu işin çözümü bu değil. Bu pislikleri çocuklar hayattayken konuşmalıyız, varlıklarından haberdar olmalıyız, geçmişte ne tür suçlara bulaşmışlar, nasıl bir hayatları olmuş bilmeliyiz. O her gün karşılaştığımız sevecen ve tonton amca, belki de zannettiğimiz kadar tonton ve sevecen değildir. Nasıl bilicez? Pedofili vakalarında, ilk şüpheler ve söylentiler ortaya çıktığında, klasik tepki çoğunlukla aynıdır: "Yok canım, o hayatta yapmaz." Oysa göz ardı ettiğimiz çok önemli bir detay var. Pedofililer bir günde pedofili olmazlar. İlk ergenlik yıllarında bunun farkına varırlar ve sonraki tüm hayatlarını buna göre organize eder, kariyer planlarını çocukların bol olduğu yerlere göre yaparlar. Pedofililerin ilk hedefi, çocuğun ve ailesinin güvenini kazanmaktır. Bu nedenle pedofililerin çoğunlukla tanınan, bilinen kişiler arasından çıkması hiç de tesadüf değildir.
Olası bir durumda potansiyel suçluların analizinde, profil uzmanları en doğru belirlemeyi yapacaktır. Peki normal vatandaş olarak bizler neler yapabiliriz? O pislikler çocuklarımızın ruhlarına ve bedenlerine dokunmadan onları nasıl engelleyebiliriz? Nasıl tedbirler almalıyız? İlk olarak en basit, en eski ve en etkili yöntemi unutmamalıyız. Nedir bu, çocuğun elini bırakmamak! Buradan tüm anne babalara soruyorum. Elini tuttuğunuz çocuğunuzu, sizin elinizden hangi kuvvet alabilir? Cevap: Hiç kimse! Bu nedenle kalabalık ortamlarda, el tutulacak yaştaki çocuklarınızın elini bırakmayın. El tutma yaşını geçen çocukları ise gözünüzün önünden ayırmayın. İşiniz vardır, ocakta yemek, makinede çamaşır, vardır bir şeyler, her zaman olur. Bırakın kalsın, beklesin. Eğer çocuğunuzu oynaması için bir yere bırakıyorsanız, bunu işlerinizi bitirmek için fırsat olarak düşünmeyin. Çocuğunuz oyununu bitirene ya da aklınızdaki süre dolana kadar lütfen onun yanından ayrılmayın. Eğer çocuğunuzun yanından ayrılmak zorundaysanız onun güvenliğini mutlaka ama mutlaka sağlayın. Bu sadece kötü niyetli üçüncü kişilerden değil, pek çok görünmez kazadan korumak için de atılabilecek bir ilk adım.
Bunun dışında çocuklara vücudundaki özel bölgelerin, yabancılarla arasında olması gereken güvenli mesafenin, HAYIR demenin ve gerektiğinde var gücüyle çığlık atmanın ya da polisten yardım istemenin öneminin anlatılması çok önemli. Ela Masal 4 yaşında artık ve bu bahsettiğim şeylerin hepsine vakıf. Sürekli hatırlatıyorum çünkü. Geçtiğimiz günlerde, alışveriş için bir markete uğradık. Market çok kalabalıktı. Ela Masal hareketli bir çocuk. Ve her çocuk gibi ilgisini çeken şeylerin peşinden gitmeyi seviyor. O sağa sola koştururken biz de eşimle radar gibi takip ediyoruz, bir rafın arkasında kaybolduğunda hemen sesleniyoruz falan, bilirsiniz. Uzaklaşma!, kaybolma!, yanımıza gel! gibi direktifleri de bolca kullanıyoruz. Bu sırada görevliyi çağırdık bir konuda yardım almak için. Ela Masal da yanımıza geldi. Eşimle yüzümüz görevliye dönük, Ela Masal'ın sırtı bacaklarıma dayanmış vaziyette. Bu esnada bir taraftan da elini tutuyorum. Normalde kızım kendisine sıcak gelen çocuklara uzaktan el sallar, gülümser. Bunun için de anne bak şu çocuğa el salladım diye herhangi bir açıklama yapmaz, çünkü bunda yanlış bir şey olmadığını bilir. Markette alacaklarımızı alıp, alt kata inmek için yürüyen merdivene geçtik. Ela Masal bir an duraksadı, sonra kaşlarını çattı ve dedi ki: "Anne bir amca bana şeker gösterip yanına çağırdı!" Ne kadar klişe değil mi bizim için, ama inanın kendi çocuğunuzun ağzından çıkan bu klişe o an resmen bir alev topuna dönüşüp kafanızda patlıyor.
Şimdi düşünün; çılgın bir kalabalık var, adamın biri o kalabalıkta Ela'yı izliyor, onun gibi bir saniye yerinde durmayan hareketli bir çocukla göz göze gelmeyi başarıyor ve bu da yetmezmiş gibi elindeki şekeri gösterip yanına çağırıyor. Ve ne ben ne de eşim bunu hiç bir şekilde görmüyoruz. Çünkü etrafla ilgimiz yok, sadece Ela'ya bakıyoruz. Ela'dan gözümüzü ayırdığımız tek an ise görevliyle konuştuğumuz o birkaç dakika.
O şekeri ne yapması gerektiği ile ilgili, her aklıma geldiğinde uzun uzun sövdüm adama içimden ama konumuz bu değil. Adamın gerçekten niyetinin ne olduğu falan da değil. Esas konu, benim tüm helikopter anneliğime, radarlarım açık gezmeme ve sonsuz kontrolcülüğüme rağmen,bir kişinin istediği anda çocuğuma ulaşabiliyor olması ve bu gerçekten çok ürkütücü. Ela'nın dediğim gibi kaşlarını çatması ve rahatsız olduğunu belli etmesi, benim için adamın kötü niyetli olduğuna birinci elden karine. Sonra hemen Ela'ya sorular yönelttim. Adam baban gibi genç mi, deden gibi yaşlı mı (yaşlıymış), tekrar görsen tanır mısın (tanırmış), yanında başka kimse var mı (yokmuş), alış veriş mi yapıyordu (hayır, bir kenarda durmuş kendisine bakıyormuş), elinde poşet vs. var mıydı (yokmuş) gibi. Biraz daha üsteleyince Ela garip bir şekilde tepki gösterdi bana, "anne neden bana bunları soruyorsun, ben adama hiç bir şey söylemedim, cevap da vermedim" dedi. Ela 4 yaşında olmasına rağmen dil becerisi çok gelişmiş durumda ve olayları yaşından çok daha ileri seviyede akıl yürüterek, irdeleyerek ve yorumlayarak aktarabiliyor. O anda anladım ki Ela gerçekten rahatsız olmuş o adamdan ve benim endişelendiğimi de hissetmiş. Baktım küçücük yavrum, beni sakinleştirmeye çalışıyor. Konuyu kapattım. Ama ertesi güne kadar içim içimi yedi. Sabah bu defa Ela'ya dedim ki, hadi ben sen olayım, sen de o yaşlı amca ol. Birlikte tiyatro yapalım. Güle oynaya kabul etti. Ela o adamı karşımda oynadı. Ve gerçekten içimi titreten, tüylerimi diken diken eden bir bakışla avucunu açtı, şekeri gösterdi ve beni yanına çağırdı. Ne hale geldiğimi az çok hayal edersiniz sanırım. Size tavsiyem; çocuklarınızı dinleyin, hiç konuşmadıklarında dahi çok önemli şeyler anlatabileceklerini unutmayın. Onları gözlemleyin ve istismarın erken dönemde ne gibi belirtiler gösterebileceğini mutlaka öğrenin. Çocuk aklı deyip geçmeyin, onların sözlerini hafife almayın, anlattıklarını asla küçümsemeyin.
Bir film vardı hatırlarsınız; Azınlık Raporu. Tom Cruise'un en sevdiğim filmlerinden biridir. Film, cinayetler işlenmeden, potansiyel suçluyu yakalama temeline dayanıyordu. Elimizde o filmdeki gibi kahinler ya da aygıtlar yok ama sağlam bir veri tabanı ve ayıklama ile bu işin zor kısmı halledilebilir. Çocuklara ya da hayvanlara yönelik (çünkü pek çok pedofilinin ilk kurbanı genelde hayvanlardır) suç işleyen, hapse giren çıkan, tutuklanan ya da sadece göz altına alınıp serbest bırakılan kişilerle bunların mensubu olduğu ailelerin (Eylül'ün katiline ailesinin de yardım ettiği göz önüne alındığında)her türlü teknik ve fiziki takibi, cinsel suç işleyen ya da bu potansiyele sahip kişilerin girdiği internet sitelerinin ya da doğrudan bu uygunsuz sitelere kimlerin girdiğinin takibi, (çünkü ancak suç işlendikten sonra katilin bir pedofili olabileceği, telefonunda ya da bilgisayarında bu yönde kayıtlar olduğu bilgisine ulaşılıyor),çocukların kalabalık olduğu okul gibi mekanlarda çalışan hademesinden öğretmenine kadar herkesin geçmişinde herhangi bir suç işleme durumu olmasa dahi, psikolojik ve sosyal yönden takibi ilk aklıma gelenler. Çocuklara ulaşmanın çok fazla yolu var. Bunlardan biri de internet. Artık telefon kullanmayan çocuk yok denecek kadar az. Devlet destekli bir telefon kampanyası yapılabilir. Elbette sınırlı ve korumalı içerikle birlikte. Okulların, parkların ve diğer oyun alanlarının daha korunaklı olması sağlanabilir. Giriş çıkış saatlerinde ekip arabalarının şöyle bir görünmesinden değil, ciddi manada, kale gibi korunmalarından bahsediyorum.Bu örnekler arttırılabilir. Ama yukarıda da bahsettiğim üzere ilk olarak çocuklarımızı eğitmemiz gerekiyor. Şu an cinsel istismarda dünya üçüncüsüyüz, istismara uğrama oranı yüzde otuz üç. Bu demektir ki; her üç çocuktan biri istismara uğruyor. Ama büyükler sustuğu için, küçükler her konuşmaya çalıştığında sadece susması söylendiği ve sadece susması öğretildiği için çocuklar da susuyor. Çocuklarınızı susturmayın. Onların konuşması, bu mahlukatlar için her dilde idamdır emin olun.
Son olarak; çocuklara karşı işlenen suçlarda; ortak düşüncenin elzem olduğuna ve bu yönde düşünmeyenlerin toplum içinde hiç bir yerinin olmaması gerektiğine inanıyorum. Yani küçücük bir çocuk hatta bebek tecavüze uğramış ve sonrasında öldürülmüşse, bu tablo karşısında herkesin boğazına koca bir yumru takılmalı, herkesin kalbi parçalanmalı. Bunun aksini kabul etmiyorum, aksini hem de son derece çirkin bir şekilde dile getirenlerin ise o çocuklarla yer değiştirmelerini diliyorum. O çocuklar hepimizindi. Onları korumak da başta ailesi ve devlet olmak üzere hepimizin göreviydi. Ama yapamadık. Artık silkinip kendimize gelelim lütfen. Önümüze bakalım diyemeyeceğimiz tek konu da bu olsun. Hep geriye dönüp bakalım şu masum yüzlere. Bakalım, utanalım ve yerin dibine geçelim. "Bir kereden bir şey olmaz, bir kez oldu bir daha olmaz." diyerek sapıkları pışpışlayan ve yiten sanki can değil de çöpmüş gibi davranan yüz karası tüm zihniyetler bu vebale ortaktır. Bunu da unutmayalım.
Bu kahrolası sapıkları ne yapalım konusuna gelirsek. Başta da dediğim gibi, bir ortamda idam konuşulmaya başladığında, en az bir çocuk ölmüş demektir. Bu nedenle ben idamla bir yere varılacağı düşüncesinde değilim. İdam gelsin, ailenin içi soğusun diyenlere ise ufak bir hatırlatma: O ailenin içi asla soğumayacak, seninki soğur, benimki soğur ama onlarınki değil! Madem ki aile son nefesine kadar bu acıyı yaşayacak, o zaman bu suçluların hayatlarını 5 dakikada sona erdirip onları kurtarmak niye? Benim önerim; çocuklara karşı suç işleyenlerin devlet malı sayılarak hem yurt içi hem de yurt dışında sağlık alanındaki ar-ge çalışmalarına bedenleriyle destek olmalarının sağlanması. Nasıl derseniz? Örneğin; AIDS hastalığı için yeni bir ilacın denenmesi gerekiyor. HIV virüsü önce bu kişilere verilecek, sonra da bu hastalık için öngörülen, deneme aşamasındaki tüm tedavi yöntemleri tek tek üzerlerinde denenecek. Böylece hem zavallı hayvanlar kobay olmaktan kurtulacak, hem de insanlık adına istemeden de olsa bir işe yaramaları sağlanmış olacak. Diyelim bu uzuuun ve yıpratıcı süreçlere dayanamayıp öldüler, o zaman da tıbbi atık olarak doğru çöpe! Ne yani, asalım da bir de mezar sahibi mi yapalım bu canileri?
Herkese merhaba! Nasılsınız, bayram tatiliniz nasıldı? Umarım sevdiklerinizle birlikte güzel vakit geçirmişssinizdir.
Hani şu yazımda anlatmıştım ya Amasra'da mini bir tatil yaptık diye. İşte Amasra'dan dönerken karşımıza Yedigöller tabelası çıktı ve biraz düşündükten sonra- 3 saniye falan- orayı da görmeye karar verdik.
Yedigöller hakkında internette pek çok bilgiye ulaşabilirsiniz. Ben çok fazla detaya girmek istemiyorum ama kısaca Yedigöller'in İncegöl, Küçükgöl, Sazlıgöl, Büyükgöl, Nazlıgöl, Seringöl ve Deringöl'den oluşan yedi göle ve binbir çeşit bitkiye ev sahipliği yaptığını ve 1965 yılında korumaya alınarak Mill Park ilan edildiğini söyleyebilirim.
Ankara malum, bozkırın göbeği. Evin balkonundan ağaç görsek mutlu oluruz
biz. Ama Yedigöller insanı kör edecek derecede yeşil. Yani yolunuz düşerse şüpheniz olmasın, yeşilin her tonuna
doyacaksınız. Biz Yedigöller'e temmuz ayında gittik. Buna rağmen oldukça sakin, dingin ve sessizdi. Stabilize toprak yol canımıza okusa da sonrasında karşılaştığımız manzara herşeye değerdi. Şu tam yukarıdaki fotoğraf mesela, onu çekerken etrafta böcek sesi bile yoktu, inanır mısınız? Zaten bataklık gibi, koyu kıvamlı biraz ürkütücü bir yapısı vardı suyun, birkaç kurbağa dışında canlıya rastlamadık.
Yedigöller bizimki gibi günübirlik geziler haricinde kamp ve piknik yapmak için de son derece ideal. Yalnız çocuk tavsiye etmiyorum, Ela 3 yaş çılgınlığıyla, koca parkı tek başına inletti:) Mümkünse çocuksuz çiftler gitsin ve kafa dinlesin:)
Yedigöller'i esasında bir de sonbaharda görmek istiyorum. O yeşillerin arasına kırmızlar, turuncular ve sarılar karıştığında... Bazen plansız yaşamak, insana hiç umulmadık güzellikler getirebiliyor. Yapmanız gereken tek şey; arabanın deposundan ve yanınızdaki yiyecek miktarından emin olmak:) Görüşmek dileğiyle, hoşçakalın:)
Herkese merhaba! Ramazan ayımız hayırlı olsun, oruç tutanlara da kolaylıklar diliyorum. Daha önce sizlere Özlem Hanım'dan bahsetmiştim. Özlem Hanım, tam bir albümsever:) Hem albüm doldurmayı hem de sevdiklerine albüm hediye etmeyi çok seviyor. Yanılmıyorsam toplamda 6 albüm hazırladım sevdikleri için. Bu albüm de yine Özlem Hanım'ın bir arkadaşının bebeği için hazırlandı.
Albüm 20cm*20cm ebatlarında. 6 yaprak 12 sayfadan oluşan albüm ortalama 60-80 fotoğraf kapasiteli. Bunun haricinde albümde pek çok cep var ve bu cepler ekstra fotoğraf depolamak için ideal.
Albümlerin videolarını takip edenler bilir ama ben yine de bahsetmek isterim. Son bir yıldır albümlerimde artık albüm temasına uygun, çoğu boyutlu, farklı şekillerde kartlar kullanıyorum. Kartların albüme espri katması bir yana, bazen hedefi tam onikiden vuran kartlar da olmuyor değil.
Deniz bebeğin babasının ismi Evren. Bu albüm daha çok bebekle babasına
hitap edeceğinden ben de denizi anlatan detaylar dışında hem albüm
kapağında hem de interaktif kartlarda dünyanın farklı hallerini gösteren
desen ve şekiller kullandım. Bu tarz kartlar oldukça el oyalayıcı,
bazen koca bir akşamda tek bir kart hazırladığım oluyor. Ancak sonuç her
daim beni mutlu ediyor.
Albümün diğer tüm detaylarını hemen alttaki videodan izleyebilirsiniz. En kısa zamanda görüşmek dileğiyle, hoşçakalın!
Herkese merhaba! Emine Hanım küçük kızı Mira'nın bebeklik anılarını saklamak için ahşap bir kutu rica etti. Ben de eski günlere selam olsun diyerek bu sevimli ahşap kutuyu hazırladım.
Ahşap anı kutusu, 25cm*25cm ebatlarında. Kutuyu önce sünger zımpara ile hiç pürüz kalmayana dek zımparaladım. Nemli bir bezle tozunu aldıktan sonra astar boya ile bir kaç kat boyadım. Kapakta pembe, yüzlerde ise beyaz renk akrilik boya ile ikişer kat
boyadım.
Kız bebek için uygun bulduğum kağıtlarla tüm yüzeylerine dekupaj
yaptım. Daha sonra kutunun yüzeylerine boyut katmak için seçtiğim
resimleri kabartarak yapıştırdım. Kutunun tüm yüzeylerini ve
kabartmaları önce dekupaj tutkalı ile korumaya aldım, sonra akrilik
vernik ile tüm kutuyu iki kat vernikledim. Boyadan verniğe kadar dikkat
edilmesi gereken en önemli konu; katlar arasında kutunun iyice
kuruduğundan emin olmak. Zira son aşamada yapacağınız ufak bir hata, tüm
emeğinizi heba edebilir. Kutuyu süslemek için dantel, etiket, kurdele
vs. kullandım. Kapak içinde ise Mira'nın o güzel gülüşünü
ölümsüzleştiren bir fotoğrafı ile bir kaç fotoğrafın
yerleştirilebileceği mini bir albüm hazırladım.
Sevgili Mira'ya en az kendisi kadar güzel, sağlıklı ve mutlu bir ömür dilerim. Hep güzel anılar biriktirirler umarım.
Malum havalar iyice ısındı ve doğanın hızla uyandığı bu mis gibi zamanlar hepimiz için gerçek bir nimet. Naçizane tavsiyem; bol bol temiz hava almanın, öğünlerinizi sıklaştırıp porsiyonlarınızı küçültmenin, dışarıda yemek yediğinizde bir tabak kalp krizi yerine bir kase salata tercih etmenin, bol bol su tüketmenin, sporu hayatınızın doğal bir parçası olarak görerek günlük hareket miktarınızı her fırsatta artırmanın size çok ama çok iyi geleceğini lütfen unutmayın. Herkese sağlıklı ve hafif günler diliyorum, en kısa zamanda görüşmek üzere, hoşçakalın!
Herkese merhaba! Sanırım yaptığım son Küçük Prens temalı anı albümü bu. Küçük Prens hikayesini okumayan çok azdır. Ben ilk okuduğumda ilkokuldaydım. Ama yıllar içinde dönüp dönüp tekrar okudum. Raflarda hep çocuk kitapları arasına koyulsa da, her yaşa hitap eden, insanın içini ısıtan, düşündüren ve fazlasıyla hüzünlendiren çok güzel bir hikaye Küçük Prens.
Minik Mehmet Erdem'in ilk bir yılındaki eşsiz anları için hazırladığım bu albüm, tıpkı diğer mini albümler gibi 20cm*20cm ebatlarında ve toplamda 6 yaprak 12 sayfadan oluşuyor. Albümde interaktif bölümlerin yanı sıra bol miktarda cep, notluk ve fotoğrafları anılarıyla birlikte kaydedebilmek için pek çok kart mevcut.
Bebek albümlerimin benim için diğerlerine göre çok daha özel olduğunu söylemişimdir. Bunun pek çok nedeni var ama esas nedeni; albüm için bana ulaşan müşterilerimin çoğunlukla gebe olması ve doğumla birlikte albümü teslim edeceğimden anne adayının dünyaya gelecek miniği için duyduğu heyecana ortak olmam.
O son günler yaklaştıkça artan telaşları, herşeyin kusursuz olması için verilen savaşları hemen her anne adayı yaşamıştır. Ben de albümlerimle bu sürece dahil olduğumdan gerçekten çok büyük mutluluk duyuyorum ve elimden gelenin fazlasını yapmaya çalışıyorum. Ama nedense, yaptıklarım hiç bir zaman gözüme yeterli görünmüyor ve ben her albüm bitiminde, birbirine zor kavuşan kapaklarla baş başa kalıyorum. Albüm sınırları dahilinde çalışmayı öğrenmem lazım sanırım:)
Bu günlerde sürekli seyahat halindeyim. Birkaç hafta önce Zonguldak, sonra Antalya, ardından Mudanya. Sırada tekrar Antalya, Urla ve İstanbul var. Evet ülkenin tüm denizlerinin bu şekilde sıralanmış olması kesinlikle şans bizim için. Günlük yoğunluğumuza artık neredeyse 4 yaşında, kocaman bir birey olan Ela Masal'ın programı da eklendiği için zaman nasıl geçiyor hiç anlamıyorum. Havalar da ısındığından zaten dışarıda ya da seyahatte iken bulduğumuz tüm boş vakitleri çayır, çimen, dere kenarı arayarak harcıyoruz ki sanırım Ela'nın en mutlu olduğu anlar da bunlar. Bu yüzden bloga ayda bir uğrayabilirsem ne mutlu bana:)
Her zamanki gibi, albümün detaylarını merak edenler için videosu hemen aşağıda. Son olarak; cesedi hiç bulunamayan Antoine de Saint-Exupéry 'nin ruhuna da kocaman bir selam benden, toprağı bol olsun. Keşke o güzel öyküsünün kalplere nasıl dokunduğunu, kimlere kimlere ilham verdiğini görebilseydi... En kısa zamanda görüşmek dileğiyle, hoşçakalın:)