Bedenim 37 hafta öncesine göre 9,5 kg. daha ağır. Ömrümde görmediğim bir rakam tartıdan bana bakıyor. Yani direkt göremiyorum da, hafifçe öne eğilmem gerekiyor:) Kardeşlerimin tabiriyle leblebi yutmuş solucandan basketbol topu yutmuş solucan mertebesine ne ara ulaştım, zaman nasıl geçti gitti, hiç bir fikrim yok.
Göbeğin en uç noktası üzerinde en ufak bir kontrolüm kalmadı, bu da beni hangi darlıktan geçebilirim, hangisine sığamam konusunda hala derin düşüncelere sevk ediyor! İyi tarafı ise, yemekte üzerinize dökülen kırıntılar asla ama asla yere düşmüyor:)
Başlarda sürekli unuttuğum ama yavaş yavaş hareketlenip kıpırdadıkça
bana kendisini sıklıkla hatırlatan, gece gündüz demeden attığı tekmeler
ve kroşelerle annesinin hareketli bebek rekorunu elinden alan,
babasının
"kızııım" diyerek göbeğime kondurduğu öpücüklere minik
vücudunun tüm gücüyle karşılık veren, midemi bir kez olsun
bulandırmayan, aşertmeyen, yataklara düşürmeyip tam aksine çoğunlukla
ayakta geçirdiğim hayata mükemmel şekilde adapte olan, akşamları spor
saatim geldiğinde attığı parendelerle beni ikaz eden, kilonun çoğunu
kendisinde toplayıp beni mutlu eden, tombul yanaklı muhteşem bir çocuğa
anne-baba olarak seçildik:)
Hayatımız ister istemez değişti. Dışardayken çok güldüğümüz bakışlara, hanım teyzelerden gelen sevimli tacizlere, erkek olduğu yolundaki yanlış tahminlere maruz kalıyorum. Bunun yanında vezne kuyruğunda talebim olmamasına rağmen hop diye en öne almaları, tanımadığım insanların, varlığını bile farketmediğim gıdaları
"canın çekmiştir" ön cümlesi eşliğinde yedirmeye çalışmaları ya da sürekli, sanki ihtiyacım varmış gibi en yakın sandalyeye oturtma çabaları da var:)
Gebeliğin bendeki etkilerini kısaca mucizeler olarak özetlersem abartmış olmam sanırım. Spor hayatımda hep vardı ama haftada en fazla 4 günümü ayırdığım aktivitenin, her gün 2 saat ve haftanın eksiksiz 7 gününe çıkacağını, insan vücudunu bu denli değiştiren bir durumun beni yavaşlatmak yerine resmen hiperaktif yapacağını, asitli içecekleri hiç aklıma getirtmeyip yediğimden içtiğime tüm hayatımı mum gibi disipline edeceğini hayatta tahmin etmezdim.
Ömrümün büyük bir kısmını feda ettiğim migren ağrılarımın yavaş yavaş beni rahat bırakacağını, hatta buluttan nem kapan boynumun hiç ağrımayacağını, bir kutu ilacın 3 günde bittiği, yetmeyip üzerine iğneler ve serumlarla takviye ettiğim kabus günlerini uzak birer hayal gibi hatırlayacağımı söyleseler, mümkün değil inanmazdım.
Hiç bitmez sandığım alışveriş faslı nihayet sona erdi. Artık varlığını bedenim dışında teyit edecek bir sürü eşyası var:) Ve tuhaf bir şekilde, tamamen içgüdüsel olarak
"benim neyim varsa artık onun" ya da
"artık her şey onun için" hissi giderek kuvvetleniyor. Hiç tanımadan, huyunu suyunu bilmeden deli gibi sevdiğimiz ve hep deli gibi seveceğimizin korkusuzca garantisini verdiğimiz bir varlığın aramıza katılmasını bekliyoruz. İnsan kalbinin eşiyle yavrusu arasında iki eşit parçaya bölünmesi, buna rağmen hissettiği sevginin tam iki katına çıkması da mümkünmüş meğer.
Kızının mobilyalarını elleriyle kuran, odasının duvarlarını boyayan, gidip gelip giysilerini seven sevgili eşime de kocaman bir teşekkür, yüz milyon öpücük:) Sevgilim bana o kadar güzel baktı, öyle güzel ilgilendi ki... Daha önce söyledim mi hatırlamıyorum. Biz eşimle 4 yıldır evliyiz ancak fakültenin ilk senesinden beri birlikteyiz, 24 Nisan'da 14. yılımıza girdik. (Buraya bol bol maaşallah alalım lütfen) Bu kadar uzun zaman iki kişilik yaşayınca, bebek fikri çok farklı, heyecan verici, bilinmezlerle dolu bir maceraydı bizim için. Ama şimdiye kadar gayet iyi idare ettik bence. Artık son bir dönemeç kaldı, sonrasını hep birlikte göreceğiz.

Annelik çok kutsal ve pek çok kadın için doğumdan çok önce hissedilen yüce bir duygu. Ama babaların da hakkını yemeyelim. Bebeğin dünyaya gözlerini açtığı an, onların da babalığa adım attıkları an aynı zamanda. Bu nedenle hem annelerin, hem babaların hem de bizler gibi hali hazırda anne-baba adayı olan tüm çiftlerin gününü kutluyorum. Bir de dualarınızı eksik etmezseniz çok mutlu olurum, görüşmek dileğiyle:)