25 Haziran hem nedesembeğenirsin isimli blogumuzun kuruluş tarihi, hem de bizim ilk evlilik yıldönümümüz. Eşim sürpriz yapmış ve uzun zamandır görmek istediğim Beypazarı için bir program hazırlamış. Şimdi sizi konaklarıyla, havucuyla, kurusuyla, maden suyuyla ünlü Beypazarı'na doğru bir yolculuğa çıkaracağım...
Ankara'ya bağlı bir ilçe olan Beypazarı, Ankara'nın yaklaşık 100 km. batısında yer alıyor. İlçenin bilinen ilk
adı "Lagania"; "kaya doruğu ülkesi" anlamına geliyor. Çok eski uygarlıklara ev sahipliği yapan ilçeden, Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde de bahsedilmektedir. İlçede sırasıyla Hitit, Frig, Galat, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu ve Osmanlılar egemen olmuş. Bizanslılar zamanında psikoposluk merkezi olan ilçe, Osmanlılar zamanında Ankara ve İstanbul'u Bağdat'a bağlamasıyla, ticari açıdan parlak bir döneme girmiş.Türklerin Anadolu'ya egemen olmasıyla Türkmenlerin yerleştiği Beypazarı'nda, Osmanlı Devleti'nin kurucusu Osman Bey'in dedesi Gazi Gündüzalp'in mezarı da bulunmaktadır.
Beypazarı'na yolculuğumuz araçla yaklaşık 1 saat 10 dakika sürüyor. İlçenin girişinde bizi kocaman bir maden suyu şişesi karşılıyor.Nihayet daha önceden rezervasyon yaptırdığımız Cırcırların Konağı'na ulaşıyoruz. Cırcırların Konağı, 150 yaşında ve orjinalliğinden hiçbir şey kaybetmeden yaşamaya devam ediyor.
İnözü Vadisinde bulunan guşganalı konak, ferah ve sakin ortamıyla şehrin tüm yorgunluğunu alıp götürüyor. Guşgana nedir diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Guşgana; konakların ikinci katının ortasında yükselen, kapısız üçüncü kata verilen isim. Kuş konağından esinlenilerek verilen bu isim, aynı zamanda konağın kilerini de temsil ediyor. Bahçeli evlerin bir özelliği olan ve "çantı" olarak da bilinen "guşgana", insana bir yarıda kalmışlık hissi verse de aslında kasten o şekilde yapılandırılmış. Beypazarılılar, hem aileleri genişlediğinde evi büyütme ihtimalini düşünerek hem de yiyeceklerini kuruturken veya muhafaza ederken de yararlanmak amacıyla böyle bir yapı tercih etmişler. Guşganalar yazın sıcak oluyormuş, kışlık ihtiyaçlar kurutulup, kış geldiğinde de o aylarda soğuk olan bu kısımda bozulmadan saklanıyormuş.
Cırcırların Konağı'nın hikayesine gelince...Aslen dokumacı ve tiftik tüccarı olan Hafız Mehmet Çulhaoğlu, soyadını mesleğinden almış. Çulha; dokumacı anlamına geliyormuş, dokumacılıkta kullanılan çırçır aleti ise, susmak bilmeyen ve şakacı bir insan olan Mehmet Efendi'ye Beypazarı halkı tarafından lakap olarak takılmış. Konağa da Cırcırların Konağı denmiş.
Günümüzde modern evlerde yeralan ebeveyn banyosunun temeli, meğer çok eski zamanlara dayanıyormuş. Odamıza yerleşmek için çıktığımızda ilk aradığımız şey banyo oldu ama odada sedir, yatak ve gardroptan başka birşey göremedik. Gardrobun kapaklarını açmaya başladık ve son kapağın ardında saklanan banyoyu nihayet bulduk:)
Oda fiyatları uygun, 2 kişi kahvaltı dahil günlük 80 TL. Gün boyu çay ikramları var. Yemek menülerinde de Beypazarı'na özel güveç, tarhana çorbası ve etli yaprak sarma ilk göze çarpanlardan. Kahvaltı menüleri ise; sahanda yumurta, tereyağlı bazlama, kendi üretimleri olan tereyağı, bal, pekmez, söğüş, Beypazarı kurusu, cevizli ekmek, beyaz peynir ve zeytinden oluşuyor. Gerçekten çok doyurucu ve lezzetli. Hepsinden önemlisi ise, bu organik kahvaltıya eşlik eden son derece temiz ve ferah Beypazarı havası.
Kahvaltıdan sonra hemen Beypazarı gezimize başladık. İlk durağımız, benim gibi alışveriş meraklısı biri için elbette tarihi çarşıydı. Çarşının başında kocaman bir havuç heykeli var. Her türlü el sanatı örneklerinin bulunduğu çarşıda, esnaf amca ve teyzelerin "Hoşgeldiniz" sözleriyle nereye bakacağımızı şaşırdık. Çarşıda ilk göze çarpanlar, Beypazarı evlerinin maketleri, buzdolabı süsleri, kök boyasıyla yapılmış birbirinden nefis masa örtüleri, Beypazarı yemenileri, dökme demirden yapılmış süs eşyaları, Beypazarılı teyzelerin kendi emekleriyle kuruttukları tarhanalar, sayamayacağım çeşitte baharatlar, turşular ve daha da aklınıza ne gelirse...
Bu tarihi çarşı, Beypazarının tam ortasında ve gezebileceğiniz diğer yerlere de yürüme mesafesinde. Alışverişimizi tamamladıktan sonra Alaaddin Sokak'ta yokuş yukarı tırmanmaya başladık. Güneş tam tepemizdeydi, biz de hemen her köşe başında satılan buz gibi havuç suyundan içerek serinlemeye çalıştık. Yokuşun başında karşımıza çıkan Sultan Alâeddin Camii, 13. yy. da Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat için inşa edilmiş.
Sıradaki adres Halkevi. Halkevine gitme sebebimiz, sanatçı Uğur Soydan'ın tamamen doğal ürünlerden meydana getirdiği sergisini gezmek.
Sergide bir de Aynalı Sultan bölümü bulunuyor. Uğur Bey'in yardımcısı 5 dakikada sizi bir sultan kostümüne sokuyor, bir elinize ayna, diğer elinize de bir asa tutuşturup tahta oturtuyor. Bir fotoğraf çekimi süresince kendinizi gerçekten bir sultan gibi hissediyorsunuz. Sergiyi gezdikten sonra Uğur Bey ve yardımcısı bizi kapıya kadar geçirip teşekkür ediyorlar. Sergi 4 Temmuza kadar görülebilir.
Beypazarının bir diğer görülmesi gereken noktası Gümüşçüler Çarşısı. Burada da yine telkari ve gümüş ustalarının yaptığı birbirinden güzel takı örnekleri var. Yalnız fiyatlar normal gümüşçülere göre biraz daha pahalı.
Gezimize Beypazarı Kent Tarihi Müzesi ile devam ediyoruz. Müzede tarihsel dönemlere göre ayrılmış farklı bölümler var, her döneme ilişkin eser ve buluntular bu bölümlerde sergileniyor. Müzede yapılan çalışma son derece profesyonel. Sergilenen eserler, geçmişten günümüze makale, belge, ekran sunumları ve maketlerle desteklenmiş.
Müzenin Eski Çağlar bölümü, Hıristiyan din adamı St.Theodor'un inzivaya çekilmiş görüntüsünü yansıtan bir balmumu heykeliyle başlıyor.
Yine o döneme ait kalıntılar, müzeyi gezenlere açıklayıcı bilgiler sunuyor.
Kent Tarihi Müzesi'nde; bir dönem Beypazarı'nda yaşayan ve Fatih Sultan Mehmet'e hocalık yaptığı bilinen Akşemsettin Hazretleri'nin de bir balmumu heykeli bulunuyor.
Beypazarı'nın ilk kadın öğretmeni olan Şükriye Öğretmen kara tahta önünde öğrencisi ile...
İlk kattan avluya geçerek asma merdivenden müzenin ikinci katına çıkıyoruz. Burada daha çok yöresel kıyafetler ve japon turistlerin hediye ettiği eşyalar sergileniyor.
Beypazarı Kent Tarihi Müzesi'nden çıkıp çay krizini dindirmek için kendimizi bir çay bahçesine atıyoruz. Sonraki durağımız bana göre Beypazarı'nın en güzel düşünülmüş projesi, tez konusu olabilecek Yaşayan
Müze.Yaşayan Müze'nin özelliği gerçekten yaşıyor olması. Her hafta düzenlenen etkinliklerin yanı sıra halihazırda devam eden ve ziyaretçilerin de katılabileceği etkinlikler de yapılıyor.
Biz bu etkinliklerden kurşun döktürmeyi seçtik. Pek batıl inancım yoktur ama kurşun döktürmeyi severim. Çocukken de annem döktürürdü bize. Nazardan koruduğu söylenir. Hemen burada annemin başından geçen bir olayı anlatmak istiyorum. Annem genç bir kızken çok ağır bir şekilde hastalanmış. Doktorlar bir şey bulamamış. Anlattığına göre vücudunun her yeri dayanılmaz bir şekilde ağrıyormuş ve ayağa kalkamıyormuş. Sonra anneannem kurşun döken bir kadını eve çağırmış. Kadın annemin üzerine çarşafı örtmüş ve kurşunu dökmüş. Ama o anda acaip birşey olmuş, eriyen kurşunun tamamı karşıdaki duvara parçalar halinde yapışmış ve kapta hiç kurşun kalmamış. Kadın annemin üzerinde çok nazar olduğunu söylemiş, dua ettirmiş. Kadın gittikten sonra, annem sanki hiç ağrı çekmemiş gibi ayağa kalkmış.
Bu hikayeden sonra dönelim bizim kurşun maceramıza. Eşimle girdik çarşafın altına, kadın döker dökmez "Off, çok nazar varmış!" dedi. Biz gülüyoruz tabi:) Kadın bizdeki gayriciddi havayı sezdi galiba, bazı kimselerde kurşun döküldüğünde hiç kararma olmadığını, pırıl pırıl parladığını, ama bize dökülen kurşunda kararma olduğunu, bunun da nazar anlamına geldiğini söyledi. Kararan kısımları bize verdi. Küçük birer parçasını cüzdanlarımızda, kalanını da evde saklamamızı, oradan çıkınca da yeşillik yerlere ve gökyüzüne bakmamızı söyledi. Ferahladık evet, ama sebebi kurşun mu yoksa ortam mı bilmiyorum.
Yaşayan Müze'nin asıl ismi Abbaszade Konağı. Sahipleri ise Ali Bey ile Fatma Hanım'mış.
Konağa buz gibi serin bir avludan geçerek girdik. Alt katta bir köşede hediyelik eşyalar, ahşap oyuncaklar satılıyor, soğuk hava deposu diye adlandırılan mahzene de yine buradan giriliyor. Yukarıda bahsettiğim ıhlamur baskı, ebru, kurşun döktürme etkinlikleri burada gerçekleşiyor. Üst katta ise bir odada masal ebesi teyze ile oturup, masal dinleyebiliyorsunuz. Masalcı teyze, o kadar neşeli ve yaşayarak anlatıyor ki... Zaten odada hiç çocuk yoktu. Masal dinlemeye en hevesliler büyüklerdi nedense...
Üst katta yine Karagöz-Hacivat hayal perdesi, Ali Bey ile Fatma Hanımın yatak odası, Ali Bey'in Kur'an Okuma odası yer alıyor.
Müzedeki gezimiz de böylece sona eriyor. Çıktıktan sonra acıktığımızı farkedip yemek yemek için İnözü Vadisi'ndeki tesislerden birine gitmeye karar veriyoruz.
İnözü Vadisi; Beypazarı'nın kuzeyinde, doğal bitki örtüsü ve kültürel kalıntıları ile oldukça zengin bir görünüme sahip. İki tarafı gayet dik ve balık sırtı yükselen, İnözü Çayı'nın aşındırmasıyla meydana gelen dar bir vadi.Vadinin her iki tarafından üzerine çıkılması çok zor, kayalıklar içine oyulmuş, batı yamaçlarında çok katlı pek çok mağara mevcut. Mağaralar çok yüksekte olduğundan ziyareti mümkün değil. Bu mağaraların eski çağlarda yapıldığı ve mesken olarak kullanıldığına ilişkin bulgular mevcutmuş. Yine bu mağaraların arasında anıt mezar ve kaya kiliseleri de yer alıyormuş. Söz konusu kaya kiliseleri ve mezarlar, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası kapsamında doğal sit alanı olarak korumaya alınmış.
İnözü Vadisi, aynı zamanda Türkiye'nin önemli doğal kuş alanlarından biriymiş. Zaten vadiye geldiğinizde, sizi birbirinden farklı cıvıl cıvıl kuş sesleri karşılıyor. Nesli tükenmekte olan Kara Leylek, Küçük Akbaba ve Bıyıklı Doğan, vadideki sarp kayalıklarda ürüyormuş. Vadide aynı zamanda, kuzgun, angıt, gök ardıç, ebabil ve kaya sıvacısı gibi kuşların yanında vadi tabanındaki bağlarda bülbül, baştankara, ötleğen, ağaçkakan türleri barınıyormuş.
İnözü Vadisi'nde tercih edebileceğiniz, damak tadınıza uygun pek çok tesis var. Bunlar yol boyunca sıralanan; Zindancık, Cevizlibağ, Dostlar, Özlem Konaklama ve Dinlenme Tesisleri. Hem kalabalık olduğundan hem de karar veremediğimizde tabelasını gördüğümüz Doğanbey Tesisleri'ne gitmeye karar verdik. Ancak deniz seviyesinden epey yüksekte olan tesisin önüne geldiğimizde, henüz hizmete açılmadığını gördük. Yol kenarında çok değişik kır çiçekleri olduğunu farkedince bari elimiz boş dönmeyelim diye toplamaya başladık. Bu sırada bizi görerek dışarı çıkan tesisin sahibi Şefik Bey, bizi ısrarla tesisini gezmeye davet etti. Asıl işi müteahhitlik olan Şefik Bey, tamamen çam ağaçlarından yapılmış tek katlı ve dubleks villalardan oluşan tesisini tamamen kendisi tasarlamış. İlerleyen zamanlarda da devremülk uygulamasına geçmek istiyormuş.
Şefik Bey'in tesisinden ayrıldığımızda, artık açlıktan ölmek üzereydik. Tekrar gerisin geriye döndük ve Cevizlibağ tesislerinde karar kılarak içeriye girdik. İyi ki de gelmişiz dedik. Çünkü önümüzde yemyeşil bir bahçe, bahçenin içinde şirin fakat tarihi olmayan bir konak ve müthiş kuş seslerini yanımıza kadar ulaştıran harika bir esinti vardı. Vadi soğuk olur diyenlerin önerisiyle yanımıza hırkalarımızı almıştık neyse ki.
Bahsettiğim tesislerden mesire yeri olanların dışında hemen hemen hepsinde ızgara alabalık, köfte, tavuk ve diğer et ürünlerini ayrıca Beypazarı'na özgü ev yemeklerini bulabilirsiniz. Yemeğimizi yedikten sonra, güzel ve dinlendirici mekan eşliğinde çaylarımızı da içtik ve oradan ayrıldık. Uzun bir günün ardından Cırcırların Konağı'na döndük. Ertesi gün de Beypazarı'ndan ayrıldık.
Bir güne bu kadar yer sığdırdığımız başka bir gezimiz olmamıştı. Zaman kısıtlıydı ama her anını değerlendirdik. Bir daha gidersek, çok merak ettiğimiz ancak güneş çarpması nedeniyle göremediğimiz eski adliye eşyalarının ve mahkeme kararlarının sergilendiği Adalet Evi'ni mutlaka ziyaret edeceğiz. Hoş bir haftasonu geçirmek için herkese Beypazarı'nı tavsiye ederim.
Yorumlar
Görseller çok hoş,anlatım da bir o kadar.
Sağlıcakla kal.